Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Herkes kendi canavarını arar!

Christopher Dell
Yapı Kredi Yayınları

“Canavarların varlığı insanoğluna dair ne anlatıyor bizlere? Binlerce yıldan beri varlıklarını nasıl sürdürüyorlar ve niçin evrensel bir olgu gibi görünüyorlar? Japonya’da ve eski Yunan dünyasında aynı tek gözlü devler, Avrupa’da ve Çin’de aynı ejderhalar niçin karşımıza çıkıyor?”

“Canavarlar-Garip Yaratıklar Kitabı”nın yazarı Christopher Dell’in sorduğu bu soruların beslendiği temel bir eğilim vardır içimizde: Anlatmayı en sevdiğimiz hikayelerin başında gelir “tanrıların” ve “canavarların” doğuşu, yaşayışı; zira hepsi de insanlığın doğuşuna, yaşayışına dairdir de ondan… Zaman zaman ben de her insan gibi tanrıların ve canavarların bir zamanlar bir yerlerde gerçekten var olduklarından kuşkulanmıyor değilim, ama içimdeki kaosu, kötülüğü ve vahşeti olağanüstüne yorduğumu, fantastik karakterlere dönüştürdüğümü de çok iyi biliyorum. Hatta buna bayılıyorum…

Ondandır ki, cemi cümle garip yaratıklar, canavarlar, cinler, periler, gulyabaniler, karakoncoloslar, kurt adamlar, tepegözler, vampirler, adlarına ne dersek diyelim binlerce yıldır varlıklarını sürdürüyorlar. Dünyanın bir zamanlar birbirine ulaşamayan farklı farklı bölgelerinde aynı şekilde betimleniyorlar. Güç kaynakları da sonsuz: Mitoloji, folklor, dinsel metinler, gelenekler ve elbette ki edebiyat.

İnsanlığın bugün yaşadığı uygarlığın beşiği Mezopotamya ve Kadim Mısır, modern insanın zihninde ve ruhunda gezinen canavarların, tuhaf yaratıkların da çıkış noktası. Ancak o zaman canavarlarla kurulan ilişki bugüne kıyasla biraz farklı. Canavarlar, o çağlarda gündelik yaşamın bir olgusu olarak kabul ediliyorlardı, tanrıları korkunçtu, iblislerden tuhaf bir zevk alıyorlardı ve örtük de olsa onların maddi gerçekliğine inanılıyordu. Tek tanrılara geçiş bu türden inanışların üzerini daha da örttü. İncil’de de, Tevrat’ta da, Kuran’da da olağanüstü varlıklar var, ancak ayrıntılı tasvirleri mevcut değil. Bilime zaman zaman ışık tutan, belli dönemlerde bilimle at başı giden batıl inanışlar, bilimsel aklın yükselişiyle daha da bastırılır hatta gülünçleşir.  Gülünçlük demişken,  “Canavarlar- Garip Yaratıklar Kitabı”nda yer alan görsellerin çoğunun korkutucu olmak bir yana gülünç yanları daha ağır basıyor diyebilirim. Tabii bu anlamda Goya’nın ve özellikle Hieronymus Bosch’un tasvirlerini tenzih ederim…
Tabii bütün bu lakırdılar olağanüstünün tarihi tasvirlerine dair. Bir de malumunuz günümüzün yeni canavarları var; insanlık düşmanı yapay zekalar, mutantlar, robotlar, uzaylılar, yeniden doğan vampirler ve kurt-adamlar gibi. İnsan bilinci, bilinç altı, bilinç dışı zamandaş korkular, kabuslar yaratmayı, bunların temsillerini yeni jenerasyon yaratıklara devretmeyi hep sürdürüyor.

“Tanrılar ve Canavarlar”, “Şeytanlar ve İblisler”, “Büyülü Canavarlar”, “Ejderhalar ve Uçan Canavarlar”, “Su Canavarları”, “Göl Canavarları”, “Dönüşümler ve Melezler”, “”Hortlaklar ve Gulyabaniler”, “Folklordaki Canavarlar”, “Canavarlarla Dövüşme Yolları”, “Uzaktaki Meçhul Diyarlar” olmak üzere on bölümden oluşuyor “Canavarlar –Tuhaf Yaratıklar Kitabı”. “Tanrılar ve Canavarlar”da, tanrıların ve canavarların insan ruhunun ikiliğinin bir izdüşümü olarak çeşitli kültürlerde nasıl var olduklarına değiniyor yazar.  Ve tanrılar ve canavarların pek çok kültürde ayırt edilemezliğine hatta zaman içinde yer değiştirmelerine dikkat çekiyor.

“Ejderhalar ve Uçan Canavarlar” da ise özellikle Uzakdoğu kültüründe güçle, iktidarla, doğayla ve iyilikle özdeşleştirilen ejderhaların ilginç hikayeleri anlatılıyor kısaca. Çalışmanın kuşkusuz en çok dikkat çekecek bölümü olan “Canavarlarla Dövüşme Yolları”nda ise daha çok kahramanların taktikleri üzerinden canavarların alt edilişi aktarılıyor: Özellikle batı uygarlığını canavarlardan arındıran iki kahramanı burada anmadan geçmeyeyim: Aziz George ve Herakles…
Gelelim esas meseleye… Büyük bir hevesle oturdum “Canavarlar-Tuhaf Yaratıklar Kitabı”nın başına ve bu kitabı alan her okur gibi önce uzun uzun kitaptaki görselleri inceledim. Christopher Dell, gerçekten çok iyi seçimler yapmış diyebilirim, kitabın grafik tasarımı da gayet başarılı. Özellikle bu tür konularla ilgilenen okurların kütüphanelerinde bulundurmak isteyecekleri türden bir çalışma. Ancak fikir, görsel malzeme ve tasarım bir yana, içerik tam bir hayal kırıklığı. “Canavarlar”da hiçbir okuru doyuracak, kültürel, mitolojik, folklorik veya edebi bir okuma-inceleme mevcut değil. Görseller içeriğe değil, içerik görsellere göre hazırlanmış gibi. Hoş bunda ne kötülük olabilir diyebilirsiniz ama, bir okur olarak metnin süs olarak kullanılması benim için pek de kabul edilebilecek bir durum değil açıkçası. Çalışmanın diğer bir önemli eksiği ise Doğu kültürüne, Doğu kültüründeki olağanüstüne çok az yer vermesi… Sözün kısası “Canavarlar”ı görselleri için alacaksanız alın derim ben ve bu konularla ilgilenen, bu tür formatta yayımlanmış kitaplara ilgi duyan okurlara yine aynı yayınevinin cep kitabı formatında çıkardığı “Ejderhalar”ı tavsiye ederim.     
        

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.