Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Hikaye yeniden başlıyor!

Bahriye Çeri
Kapı Yayınları

Bazı sanatçılar vardır, ölüp gider sır olurlar, bazılarıysa nasıl yaparlarsa yaparlar, hem yaşarken hem de öldükten sonra sırrın kendisi olurlar. Sanatın kalıcılığı belki de burada, "sırrın kendisi" olmakta yatar. Hayatı da sanatı anladığımız kadar anlıyoruz ne de olsa. Geriye hayattan çok sanat kalıyor ama... Bütün bunları İzzet Ziya Bey düşündürüyor bana. Türk resim tarihinin en meçhul, en sırlı görünen ama en dikkate değer isimlerinden biri kabul edilen İzzet Ziya... Şimdi okurlarım, durduk yere bu meçhul ressama kafayı takmamın sebebini merak edecektir. Durun, acele etmeyin.

 

Evet, 1883-1936 yılları arasında yaşamış İzzet Ziya Bey, yani bir masal kuşağında. Ama onu ilginç kılan en önemli özelliği bu değişimler ve devrimlerle dolu dönemde yaşadıkları değildir. Böyle bir dönemde yaşamasına ve Türk resim sanatında çok önemli bir yer tutmasına rağmen hayatı hakkında çok ama çok az şey bilinmesidir. İnsanların içinde bulunduğu halleri yüz ifadelerine ve beden şekillerine yansıtmakta gösterdiği başarıyla anılır İzzet Ziya Bey. Figürlerindeki hareket ve ifade gücü özellikle dikkat çekicidir. Ve beni İzzet Ziya üzerinde düşündürmeye başlayan şey de tam burada başlar. İzzet Ziya, modern edebiyatımızın önde gelen pek çok yazarının öykülerine ve romanlarına resimleriyle eşlik etmiş bir sanatçıdır. Mehmed Rauf'tan Peyami Safa'ya, Suat Derviş'ten Mahmud Yesari'ye pek çok yazarın eserini resimler, bu anlamda edebiyat ve resim sanatı arasında köprü kurar. İşte ondandır ki kaç gündür, Bahriye Çeri ile Ali Birinci'nin ortaya çıkardığı İzzet Ziya adlı çalışmanın sayfalarını çevirmeye doyamıyorum. "Edebiyatı Tuvalle Buluşturan Ressam" altbaşlığıyla yayımlanan çalışmada, İzzet Ziya Bey'in az bilinen yaşamı ve ağırlıklı olarak da resimlediği edebiyat eserlerinden parçalar var. Bakmaya da okumaya da doyamıyorsunuz...

 

Bilmediğimiz bir dünyanın kahramanlarını önümüze seriyor İzzet Ziya. Duruşları, oturuşları, şaşırmaları, sevinmeleri, türlü çeşit hal ve hareketleri, türlü çeşit ruh halleriyle gözümüzün içine bakıyorlar hepsi. Onlar gözümüzün içine baktıkça, Peyami Safa, Suat Derviş, Mehmed Rauf gibi yazarlarımızın duygu ve düşünce dünyası üzerinde düşünüyoruz uzun uzun. En çok da edebiyat ve resim ilişkisi üzerine. Edebiyat kuşkusuz kendi resmini, kendi görüntülerini çizer, kazır zihnimize, amacı da budur zaten. Ama şimdilerde istisnalar haricinde, iyiden iyiye tarih olmuş bir alışkanlık, çeşitli gazete ve dergilerde, ressamların yazarlara ve hikayelerine kısacası edebiyata eşlik etmesinin neticesi geriye dönüp bakınca ne kadar da büyülü geliyor.

 

İzzat Ziya Bey'in yaptığı işler, figürleri, yaşadığı dönemde çok meşhurken sonrasında açıklanamaz ve çok tuhaf bir şekilde unutulması, hayatı hakkında neredeyse hiçbir şey bilinememesi bana geçmiş zamanın ardından bakmayı, gördüklerini bize göstermeyi en çok seven Selim İleri'yi ve İleri'nin yazım evrenini anımsatıyor. Tam onluk bir hikaye diye içimden geçiririyorum, gerçekle hayal yer değiştiriyor, resimle edebiyat da öyle, ve hikaye yeniden başlıyor!

 


 

* Görsel: Plajda / İzzet Ziya

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.