İki sezondur televizyonda izliyoruz Hürrem Sultan’la Sultan Süleyman’ın aşkını. Bu ay içinde evlenecekler kısmetse. Üstelik tarihe bağlı kalarak ilerlerse senaristler, nikahları şehzadelerin sünnet düğününde (Bknz. Solakzade Tarihi)… Kötü niyetli, dış mihraklı tarihçiler bu nikahın ve sünnet töreninin aslında Süleyman’ın Viyana Seferi’nin başarısızlığını halka galibiyet gibi göstermek için tertiplendiğini söyleyedursun, biz öz oğlunun sünnet töreni Hürrem’le Süleyman’a düğün olacağından mütevellit çatır çatır çatlayacak Mahidevran’ın yüzünü, iktidarı iyiden iyiye sarsılacak Valide Sultan’ın çatılmış keman kaşlarını ve de kendi hanesine büyük bir eksi işareti koyacak olan İbrahim Paşa’yı görmeyi bekliyoruz hevesle. İktidar denilen yangın yerinin ortasındaki Hürrem’in başka çaresi yok, ancak hemcislerinin üzerine basa basa, saç baş yola yola varlığını sürdürebilir. Aşk yetmez, dünya tarihinde yaşanan en görkemli aşklar bile bunu gösteriyor bize. Devran, Hürrem’den kim bilir kaç asır önce değişmiş, kadın cinsi tanrıçalıktan cariyeliğin tozlu yollarına hanidir düşmüştür zaten. Kadının doğurgan, yaratıcı, bereketli gücü cadılığa, erkeğin en derin korkuları ve zaafları kaygan zeminlerde gölgelenip duran bir iktidar anlayışına dönüşmüştür. Nicedir bir trajedidir erkekle kadın, birbirini çoğaltmak yerine birbirini yok etmek olmuştur yazgıları.
Hürrem’i erken feministlerden biri olarak tanımlamak ne derece doğru olur bilmiyorum ama içinde yaşadığı toplumun ona dayattığı kuralların, çektiği sınırların dışına çıkmış, kendi varoluş mücadelesini savaşçı bir ruhla sürdürmeyi bilmiş güçlü bir kadın olduğu kesin. İşte bu yüzden kötü, bu yüzden cadı ve biz tam da bu yüzden hala ona ve onun gibi kişiliklere dair doğru ve tarafsız bir okuma yapmaktan aciziz. Her toplum tarihi kendi keyfiyetine göre, kendi çıkarları doğrultusunda okur, değerlendirir. Bizim de tarih içinde karşımıza çıkan, keyfiyetimizi bozan olaylara ve kişilere dair yaklaşımımız bu yönelime göre oluyor hiç şüphesiz. Gerçekte Hürrem’le Süleyman evlenir, Hürrem Süleyman’ın iktidarına ortak olur, devlet işlerine karışır, onunla birlikte dünyayı yönetir. Okullarda, tarih derslerimizde, kaşlarını kaygıyla kaldıran bir tarih öğretmeni bu gerçeği bize bir parça esef ve pişmanlık duygusuyla verir. Zira koskoca Osmanlı İmparatorluğu bir parça da bu harem kadınlarının erkek işlerine karışmasından dolayı yıkılmıştır, bunun ilk örneği de Hürrem Sultan’dır. Televizyon dizisinde ise Süleyman Hürrem’e hep aklının ermediği işlere karışma, diye buyurmaktadır, onu devlet işlerinden uzak tutmaya çalışır, yıllardır şanlı tarihimizin bu kara deliğinin ezikliğiyle yaşayan tarih öğretmenlerimizin içine su serpilir, tarihimiz temize çekilir. Yok canım, o kadar da değildir işte, Süleyman höt dedi mi Hürrem’i sindiriverir. Oysa çok değil Hürrem’den ve o mucizevi olarak addedilen nikahından bir asır önce Osmanlı padişahları özgür ve güçlü kadınlarla evlenmekte, toy düğünler kurulmakta, devletin gücü ve güvenliği padişah eşlerinin güçleri ve saygınlıklarıyla desteklenmekteydi.
Tabii işin içinde sonsuz çarpıtmalar kadar cehaletin de büyük payı var. Osmanlı’nın saray ve toplum hayatını bilimsel, tarafsız bir gözle okumak isteyenlerin önünde oryantalist ya da milliyetçi bakış açısıyla yazılmış, temelde hiçbir şey söylemeyen bir külliyat yığını çıkar. Dil engeli de cabası… Bu noktada karşımıza çıkan derli toplu araştırmalar tabii ki daha da değer kazanıyor. Tıpkı Necdet Sakaoğlu’nun iki önemli çalışması gibi: “Bu Mülkün Sultanları” ve “Bu Mülkün Kadın Sultanları”.
“Bu Mülkün Kadın Sultanları”nda iki şeye dikkat çekiyor Sakaoğlu: Biri, iç dünyasını sır gibi saklayan Osmanlı kültürüne dair oryantalist yaklaşımlar, diğeri ise bu oryantalist bakış açısının karşısına çıkan, oryantalist betimlemeleri karartan tezatlar. Hareme zorla kapatılan kadınların acıları, yurt özlemleri, burada ayakta kalabilmek için ortada dönen dolaplar, kıskançlık, korku, hainlik, kan, intikam…vs. Kısacası oryantalist bakış açısının karşısında haremin bir hapishaneden ibaret olduğu görüşü hakim. Sakaoğlu bu taraflı ve sınırlayıcı bakış açısına karşı çıkarak tarihin erkekler tarafından, erkek bakış açısı ile yazıldığına dikkat çekiyor öncelikle. Bu erkeksi tarih anlayışı bilimsel olarak bugün hem harem yaşantısını hem de Osmanlı’da toplumsal hayatı karartıyor, perdeliyor. Önce bunu kabul etmemiz gerektiğini vurguluyor yazar. Ancak sabırlı bir tarama ve uzun yıllar süren araştırmaların ürünü olan “Bu Mülkün Kadın Sultanları” gösteriyor ki perdeyi yırtmak o kadar da imkansız değil. İş, şairin de dediği gibi önce yürekte… Perdenin ardındaki Hürremlerin küçük saray entrikalarının basit ve güzel oyuncakları olmadıklarıyla yüzleşebilme cesaretinde…
Yeni yorum gönder