Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

İçimizdeki Beatnikleri ayıklama servisi…

William S. Burroughs
Sel Yayıncılık

Ey okurlar ve cümle bilinçsiz yazarlar, “ tarihi mitolojik unsurların yaşam tarzlarından örnekler vererek kişisel ve objektif olmayan gerçek dışı yorumlarda bulunma”nın suç olduğunu biliyor musunuz? Biliyor olamazsınız zira siz genel olarak buna edebiyat diyorsunuz, hatta bu bakış açısıyla edebiyatı türlere bile ayırıyorsunuz. Peki, “argo ve amiyane tabirlerle kopuk anlatım tarzının benimsenmesi”ne ne demeli; siz buna da edebiyatın gelenekselleşmiş toplumsal değerlere biçimsel olarak eleştiri getirmesi diyebilirsiniz ve fakat gel gör ki, o da bir suç... Benden söylemesi, artık kaleminizi korkak alıştırın… Müslüman-sünni-duruma göre demokrat-beyaz-erkeklerin toplumuna göre yazın, çizin, basın, çevirin, çevirttirin… 

 

Yargıya taşınmış bir davanın ayrıntılarını vermeyeceğim burada, (daha ayrıntılı bilgi almak isteyenler, Sabitfikir’de yayımlanan  25.04.2001 tarihli William Burroughs Türk Adaletine Teslim haberini okuyabilirler) ancak söz konusu suçlunun, yani Türk toplumunun ahlaki değerlerine göre yazmamış yazarın William Burroughs olduğunu söylemekle yetineceğim… Evet, yanlış okumadınız, hani Beat kuşağının öncülerinden, bu kuşağın en dikkat çekici, en tartışılan, en unutulmayan üyelerinden, hani 1960’lı yıllara damgasını vuran isimlerden. Peki, şimdi ne istiyoruz Burroughs’tan derseniz, çevrilmesini yıllardır beklediğimiz bir kitabıyla şimdi nedir derdimiz?  Heykellerle savaşan, görüşünü beğenmediği ressamları bıçaklayan, sürekli surette kitap yasaklayan, yazar, yayımcı, çevirmen suçlayan bir toplum ne istiyorsa onu elbette, yoksa başka hiçbir şey değil...     

 

Fatmagül Berktay, “Tektanrılı Dinler Karşısında Kadın” adlı şahane çalışmasında, çoktanrılı dinlerden itibaren alır mevzuyu eline. Kadın cinsinin yaratıcıya eş bir tanrısallıktan, daha doğrusu tanrıçalıktan önce Havva’ya doğru düşüşünü -ki bu doğurgan ana figüründen Adem’in kaburgasından doğan edilgen bir varlığa geçiş demektir- ( doğurduğu tarafından doğurulduğunun söylenmesi düşüş değilse başka nedir) ve devamında tam anlamıyla dibe vuruşunun hikayesini anlatır. Bu hikaye hemcinslerime ve karşıcinslerime hayatı anlamlandırmak açısından fazla cinsiyetçi bir bakış açısı olarak gelebilir ama, modernitenin tekinsiz ikiyüzlülüğünün temelinde kıvranıp duran şeyin de ta kendisidir ne yazık ki. Her an her saniye toplum dediğimiz şey bizi bununla yüzleştirir. Yoksa, neden hala insanların cinsel uzuv bölgelerini kapatmanın önemine, cinsi münasebetin gizliliğine, bu münasebetin aşikarlığının ahlaksızlığına kafayı takıp da bunu edebiyata yansıtalım; edebiyatı bile bu bakış açısıyla değerlendirelim? Tabii burada başat olan cinsiyetçi paranoyadan başka iki önemli nokta daha ön plana çıkıyor: Kültürel yozlaşmanın getirdiği cehalet ve toplumun varlığının tehlikede olduğu sanısı... 

 

Burroughs üzerinden gidersek,  Beat kuşağının temel çıkış noktasını beğenip beğenmemek önemli değildir, burada mevzuu bilginin kendisinde, bilip bilmemektedir. Zira Beat Kuşağı’nın doğaçlama, tutkulu diyalog, açık cinsellik ve uyuşturucu deneyimleriyle ilgilendiği, kuşağın öncülerinin kısa sürede edebiyat dünyasına kendilerini kabul ettirmekle kalmayıp postmodern edebiyat dediğimiz şeyi de ortaya çıkaran temelleri attıkları ve ikiyüzlü Amerikan ahlakına en büyük karşı çıkışı gerçekleştirdikleri, bilgisi çok da uzaklarda değildir. Kültürel bir içselleştirme şöyle dursun, internette tek bir tuşla öğrenilebilinir. Ancak bilginin, kendi varlığınıza zarar vereceğini düşünüyorsanız, zar zor uğraşarak yarattığınız o didaktik ucubeyi yıkabileceğini düşünüyorsanız,  bilmemek en iyisidir… Dolayısıyla zar zor ayakta tutmaya çalıştığınız bu ucubeye herkes, her şey karşıdır. Onun dışında kalan ne varsa, çirkinliğine karşı tutulmuş bir ayna gibi gelir. İster şimdiki zamanda, kendi toplumunun içinden çıkma bir sanat eseri olsun, ister yıllar önce kendi edebi ve kişisel savaşını vermiş bir yazarın kışkırtıcı romanı olsun… Nicedir başlamış, kalemimizi korkak alıştırma zamanı, hepimiz için hayırlara vesile olsun…  

 

Yorumlar

Yorum Gönder


sabitfikir isminin hiçde ironik bir yaklaşım olmadığını ispatlarcasına. Tebrikler !


Yasakları hiç sevmediğim için (hele düşünmeyi) yasaklanan her kitabın azılı! müşterisi oldum. Yasaklanan kitaplardan da hep hayatı okudum!..

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.