Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

İnce ayarlar

Nobel Edebiyat Ödülü jürisi malum, her yıl bir bombanın pimini çekip bırakır ortaya, gider. Toz duman içinde, biz edebiyatsever fanilere tartışıp durmak kalır. Yarım yıl yetecek bir edebiyat tartışmasıdır bu, dile kolay. E, bu yıl da kural değişmiyor. “Murakamiseverler” pek mahzun; önceki yıl, bir önceki yıl falan derken, iyiden iyiye isyana kestiler. Diğer tarafta, Amerika'da yani, Philip Roth, duruyor. Amerika'da yazarın ödülü alamaması o kadar çok konuşulmuş ki, Guardian'da “edebi mağlup” başlıklı bir yazı bile çıkmış. Tabii bir de Milan Kundera meselesi var. Kundera hayattayken, Avrupa ve aslında dünya edebiyatının bu devi, yaşıyorken başka bir isim düşünülemezdi, diyenler var. Kısacası tartışma çok yönlü, çok çetrefilli.

 

Kaybedenler çok konuşuluyor ama kazanan için de, nereden çıktı bu Partick Modiano, dememiz mümkün değil. Sevgili edebiyat ajanımız Barbaros Altuğ ödülün açıklanmasından üç gün önce Modiano'yu çıtlatmıştı. Çok satmasa da, Fransa edebiyatının köklü ve de bol ödüllü isimlerinden Modiano. Kimileri Fransa dışında kimse tanımıyordu, diye karşı çıkıyor. Kimi, iyi bir yazar ama Nobel alacak kadar da parlak değildi, diyor. Aslında Nobel Edebiyat Ödülü jürisi bunu bize hep yapıyor. Hasan Bülent Kahraman, bu yılki Nobel üzerine yazdığı yazıda, başlangıçtan bugüne ödülün “soldan gelen, Marksist görüş yanlısı” yazarlara hiç verilmediğine dikkat çekiyordu. Ödül, Batılı Hıristiyan düşüncesinin içinde şekillenen yazarları kucaklıyordu hep. Egemen sol anlayışa taraf olan herkes, istisnasız, ödülden dışlanmıştı. Yaşar Kemal de buna dahildi. Kahraman'a özellikle bu noktada hak veriyorum. Ve yeri gelmişken bir şey daha eklemek istiyorum. Evet, ödül üzerinden edebiyatı tartışmak son derece verimli. Ama söz gelimi Nobel'in Yaşar Kemal'e değil de Orhan Pamuk'a verilmesi bizim edebiyatımızda çok önemli bir kırılma noktası olmuş, taşları yerinden oynatmıştı. Pamuk'u beğenmediğimden değil elbette ama bizim ruh olarak önceliğimiz Yaşar Kemal'di ve jüri bu ruha değmiş, bu ruha müdahale etmiş oldu. Kendi edebiyatımızın kim ne derse desin ruh bütünlüğüne dışarıdan bir müdahale oldu Nobel Ödülü. İyi mi oldu, hiç ama hiç sanmıyorum. Çeşitli ülkelerin edebiyatlarına bu türden daha nice etkilerini sayabiliriz ödülün. Ağzımızda hiç de hoş olmayan bir tat bırakır üstelik geride. Tıpkı politik olan diğer her şey gibi...

 

Lakin, Modiano konusunda ben biraz diğer tarafa kayar gibiyim sanki. “Kavranması en güç insan yazgılarını anlatma ve Fransa'nın işgal dönemini gözler önüne serme konusunda bellek olgusunu sanat olarak kullanması”nı onurlandırma gerekçesiyle verildi yazara bu ödül. “Bellek olgusunu sanat olarak kullanma” zamanlama olarak çok yerinde bir gerekçe gibi geliyor bana. Ve bir yazarın bir ömrü hep aynı kitabı yazmaya çalışarak geçirmesi, o çok sevdiğimiz postmodernist anlatı biçiminin gerçekte vücut bulmuş hali değilse nedir? Buna neden burun kıvıralım ki...

 

Murakami fanlarını bir kenara bırakalım, sanırım bizi asıl sinirlendiren, edebiyat üzerinde otorite kurma düşüncesi. Bu yüzden Nobel'i hep tartışacağımıza ama onu hiçbir zaman sevmeyeceğimize ve onaylamayacağımıza eminim. Neyse ki edebiyat, ince de olsa, ayarları her zaman bozar!

 

 

 


 

 

 

* Görsel: Ahmet İltaş

 

 

Yorumlar

Yorum Gönder


"Ödül, Batılı Hıristiyan düşüncesinin içinde şekillenen yazarları kucaklıyordu hep. Egemen sol anlayışa taraf olan herkes, istisnasız, ödülden dışlanmıştı. "

yazıdan bir paragraf ...
gerçekten bir kesit ise şöyle: 1998 nobel edebiyat ödülü sahibi Jose Saramago, hem ateist hemde portekiz komünist partisine üyedir :)
çoğu kitabında dini tiye almış, bu sebeplerden dolayı bazı çevreler tarafından edebiyatın yaramaz çocuğu diye tanımlanır ...


Ruh olarak önceliğimizin Yaşar Kemal olduğunu düşünmüyorum. Öyle bir ruh varsa ancak 80'lere ait olabilir. Zaman, Pamuk'un zamanıdır, Yaşar Kemal değil.

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.