Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

On Kişot: Yoksa Oğuz Atay postmodern değil miydi?

Hiç unutmam, bundan dört-beş yıl kadar önce bir kitap ekimizin yayın yönetmenine, ellerinde çok iyi genç kalemler olduğunu, bu kalemleri eleştiri konusunda teşvik etmenin başarılı sonuçlar verebileceğini söylemiş, ancak kendisinden Türkiye’de eleştirinin ya akademisyenler ya da kendini kanıtlamış yazarlar tarafından yapılabileceğini, geri kalanın ancak kitap tanıtım yazılarında kalması gerektiği cevabını almıştım. Kanım donmuştu. Neyse ki Türk edebiyat dergiciliği onun gibilere kalmamış, son birkaç yılın temel meselesi hep eleştiri ve eleştirinin yokluğu olmuş, özellikle internet yardımımıza yetişmişti. Kuşkusuz derdim her önüne gelenin eleştirmenim diye ortaya çıkması değil, hoş böyle bir moda çıksa hiç de fena olmazdı ya, ancak edebiyatla ilişki içinde olan, kalemi kuvvetli kişileri eleştirel bakış konusunda teşvik etmek, kalemlerini sivriltmeye yönlendirmek düşüncesi, boş olduğu için mutena köşeleri bir vakitler kapıvermiş olduğunu sananları korkutur ancak. Onlar korkuları içinde yaşamaya devam ededursun, Türkiye’de ölmekte olan edebiyat dergiciliği ve eleştiri biçim değiştirerek de olsa yaşıyor hatta canlanıyor. Son yıllarda ortaya çıkıp kendini yetiştiren bazı yazarlar eleştiri alanında da verimli eserler üretebiliyor. Ersan Üldes’in On Kişot adlı eleştiri kitabı da bunun son örneklerinden biri.

 

 

Ersan Üldes’i, çeşitli edebiyat dergilerinde ve bir internet sitesinde kaleme aldığı eleştirilerinden ve geçtiğimiz yıllarda yayımlanan romanlarından tanıyoruz. “On Kişot” ne bir akademisyen ne de ‘en azından şimdilik’ çok büyük bir yazar olmayan Üldes’in ilk eleştiri kitabı. Türk edebiyatından seçtiği on yazar ve on roman ekseninde Cervantes’in Don Kişot’unun, budalasının izini sürmüş yazar. Peki neden Don Kişot? Elbette, modern romanın temelini attığı, kahramanı insanlaştırdığı ve kahramanı insanlaştırdığı ölçüde romansallığı arttırdığı için... Üldes, roman sanatının tarihi, roman kişilerinin insanlaşmasıyla Cervantes’le başlamıştır, diyor. Haksız değil elbet. Ve Tanzimat döneminden itibaren Cervantes’in mirasını sahiplenen yapıtların birer birer ortaya çıktığını vurguluyor. Bunda da hiç haksız değil. Gerçekten de roman sanatı Türk edebiyatında batılılaşma sürecinin bir parçası olarak ortaya çıkar. Üldes her ne kadar bu dönem ve sonrasını ele alsa da, batılılaşma sürecinin başındaki roman algısını fazla tartışmamayı seçmiş. Açıkçası bu tür tarihsel eleştirilerin söz konusu dönemi her türlü çatışmasıyla ayrıntılı bir çözümleme süzgecinden geçirmeden Türk romanına ışık tutamayacağını düşünenlerdenim ben. Ancak Üldes yine de bu seçimine rağmen ilgili okurunu budalanın peşinden götürmeyi başarmış.

 

 

“On Kişot”un ilk Don Kişot’u Ahmet Mithat Efendi’nin Daniş Çelebisi. Üldes, Ahmet Mithat Efendi’nin, Tanzimat romanını Cervantes’le, dolayısıyla da romanın kaynağıyla tanıştıran ilk edebiyatçımız olduğunu vurguluyor. Yazar “Çengi” adlı eserinde Don Kişot’un Osmanlı versiyonunu yaratmaya çalışmış, Cervantes’in şövalye kitaplarını hicvetmesi gibi Ahmet Mithat Efendi de toplumdaki cin, peri ve büyü gibi batıl inanışları hicvetmiştir. Hikayeler ile gerçek yaşam arasındaki kapanmaz gerçeklik farkını algılayamaması Daniş Çelebi’yi Türk edebiyatının batılı anlamda ilk budalası yaparken yazarını da yine bu anlamda ilk roman yazarı haline getirir.

 

 

Üldes, budalanın izini Recaizade Mahmut Ekrem’in “Araba Sevdası”, Abdülhak Şinasi Hisar’ın “Fahim Bey ve Biz”, Orhan Kemal’in “Murtaza”, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” ve Oğuz Atay’ın “Tehlikeli Oyunları”nda sürerken ortaya genel anlamda son derece keyifli bir Türk roman tarihi okuması çıkarıyor. Ancak, iş Ümit Kıvanç’ın “Gaib Romans”ı, Murat Uyurkulak’ın “Har”ı gibi kısmen daha yakın tarihte kaleme alınmış romanlara gelince Don Kişot’un izleri silinir gibi oluyor. Demek istediğim Cervantes’in Türk romanındaki izlerinin silinmesi değil, sanki Üldes’in bazı çağdaş seçimleri o izleri yitirmesine yol açmış gibi.

 

 

Ancak yanlış anlaşılmasın, yazarın seçimleri kişisel beğenilerine dayanmıyor elbette, Ersan Üldes, ele aldığı yapıtları sorunlu noktalarının da altını çizerek incelemiş. Bu anlamda “On Kişot”ta eleştirinin hakkını vermiş. Çeşitli edebiyat kuramları eleştirinin de bir sanat olduğu konusunda hemfikirdirler. Üldes’in dil ve estetik anlamında bu görüşü destekler nitelikte bir kitaba imza attığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.  

 

 

Son olarak, geçtiğimiz yılın en favori tartışmalarından biri olan Oğuz Atay tartışması bağlamında Üldes’in “Tehlikeli Oyunlar” a dair cesur ve dikkat çekici düşünceleriyle bitirmek isterim. “Tehlikeli Oyunlar, genelde Türkiye’de yayımlanan ilk postmodern roman olarak gösterilir, hatta Oğuz Atay’ın Türk edebiyatında ‘üstkurmacayı postmodern bir teknik olarak’ ilk kullanan kişi olduğu iddia edilir. Ancak bu tespitler tartışmalıdır; çünkü roman düşüncenin kutsandığı, ben’e yapılan vurgunun hakim bir izlek olarak varlığını sürdürdüğü bütünüyle modernist bir yaklaşımla kaleme alınmıştır. Hal böyleyken, romanı genel yapısından ve ana çerçevesinden soyutlayıp sadece postmodern teknikleri anımsatan düşünsel-kurgusal oyunları işaret ederek sonuca ulaşmak, bizi sağlıksız bir yöne sürükleyebilir. Metnin, kişiliklerin varlığına dair bazı yanılsamalar üretmesi ve kendi yazılma sürecine eğilmesi Tehlikeli Oyunlar’ı üstkurmacalı postmodern bir roman yapmaya yetmez.(…) Ayrıca kendi yazılma sürecini tartışan üstkurmacalı bütün metinlerin postmodern olduğunu doğrudan kabullenirsek, ilk roman sayılan Don Kişot’un da postmodern olduğunu iddia etmek gibi analojik bir saçmalığın içinde buluruz kendimizi.(…) Bu anlamda Oğuz Atay’ı, modern bir yazar olarak görmek daha doğru olur. O da diğer modernistler gibi, en genel yaklaşımla; zihin, yorum ve ahkam yazarıdır.”

Yorumlar

Yorum Gönder


Eleştiri bir yazın türü sayılsa da yazın değildir bence, yazının değerlendirilmesidir. Ama yazınsal bir dille yazılabilir. Bana sorarsanız, bir eleştiri yazısı, bilimsel yazı ile denemenin arasında bir yerdedir.


"İnsan büyüdükçe küçülürmüş" örneklerine güzel bir örnek olmaya aday yazarımız. Küçükken ne güzeldin halbuki.

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.