Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Kitaplardaki bölüm aralarına da reklam alınsın artık!

Elif Şafak’ın bir reklamda oynaması çok konuşuldu, hala da konuşuluyor, tartışılmaya devam ediyor. Neden? Toplumumuzdaki yüksek edebiyat duyarlığı mı? Yoksa edebiyatın ve edebiyatçının hala içimizdeki o kutsal yerde oturmasından mı? Bütün bunların etkisi az olmakla beraber vardır var olmasına ya asıl sebep, sanırım reklamın, reklam düşüncesinin kendisi. Şafak’ın kendisi, her şeyiyle edebiyattan çok reklam kültürünün bir abidesi gibi.

Hem Şafak, ya da herhangi bir yazar toplumu tüketime yönlendirmekte niye bir beis görsün ki… Neticede, hikayelerini topluma ulaştırmak pahasına o da yayın sektörünün, tüketim çarkının bir parçası değil mi… Öyle tabii öyle olmasına da, sanatın ve edebiyatın insandaki ve toplumdaki aksaklıklara, çarpıklıklara dair derin bir muhalefet içerdiğine dair umudumuz da baki. Bir yazarın yapıp ettikleriyle bu umudu köreltmesi, pek çoğumuzu haliyle sarsıyor tabii.

 

 

 

 

 

Ancak ortada sadece Şafak üzerinden, Şafak’a yüklenerek yazılıp çizilen nice yazı var. Egoist Okur’un sahibesi Gülenay Börekçi de bundan yola çıkarak yazar-reklam ilişkisi bakımından Elif Şafak’ın tek olmadığını belirtmiş. Zayıf hafızalarımız için bir hatırlatma yazısı kaleme almış (Bakınız egoistokur.com’da  “Reklam edebiyatı bozar mı?” başlıklı yazı) ve geçmişten günümüze Türk ve Dünya edebiyatı içinde reklamda oynayan yazarları sıralamış bir bir… Korkmayın, liste öyle çok kalabalık değil, ama Hemingway’den Mark Twain’e, Tomris Uyar’dan Adalet Ağaoğlu’na, Emile Zola’dan H. G. Wells’e, Norman Mailer’dan Jack Kerouac’a sıralanan isimler Şafak’a destek çıkmakta gayet yeterli görünüyor.

 

 

 

 

Krishnamurti, derinlemesine hasta bir topluma uyum sağlamak bir sağlık ölçütü değildir, der. Şafak, hiç şüphesiz her şeyiyle bu çağın ve bu toplumun yazarı. Belki çok ama çok kötü romanlar kaleme alıyor ama bir yazar olarak kendini kabul ettirme tarzı, çeşitli ünlü kadın yazarların pozlarından esinlenmeleri, kıyafetleri, duruşu, bakışı, poz verişleri, yarattığı gündemler, polemikler, iktidara öylesine yakın duruşu… Bütün bunların hepsi bize çoğu zaman kaleme aldığı romanları unutturuyor, bir kahraman-yazar olarak yazdıklarından da, düşündüklerinden de hep öne çıkıyor. Elbette sadece Şafak değil kendini böylesine hastalıklı bir toplumda inşa etmeye çalışan. Onun gibi pek çok yazar, pek çok sanatçımız var. Dolayısıyla reklam filminde oynamakta geç bile kalmış denebilir…

 

 

 


Denebilir de, yine de içimiz elvermiyor ama… Zihnimizi ve ruhumuzu besleyen hikayelerin yaratıcıları bu çağa, bu topluma ait olsalar da, yine de çıkmasınlar reklamlara…  Bari bunu yapmasınlar… Meşhur ve zengin olmasınlar, olmaya çalışmasınlar… Fakir kalsınlar, reklam metinleri de yazmasınlar… Ticari ve siyasi çıkar hesaplarını sokmasınlar gözümüze gözümüze… Farklı bir ideal taşısınlar, bir düşünceyi, bir yaşam biçimini… Ve yaptıkları yazdıklarının önüne geçmesin hiç, öyle bir büyülesinler ki bizi edebiyatla, gündelik hayatın olaylarına takılıp kalmayalım hiç, kendilerinden zorlama kahramanlar yaratmak zorunda da kalmasınlar böylece… Varoluş biçimleri bir öneri olsun, bir umut, tıpkı yazdıkları hikayeler gibi başka bir dünyanın olabilirliğine dair bir ışık… Sanattan ve edebiyattan başka elimizde kutsiyet atfedecek ne kaldı ki…

 


Elif Şafak'ın yer aldığı reklam filmini izlemek için buradan izleyebilirsiniz.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.