Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Nezih hassasiyetler 2: Ummanda bir katre daha

 

Türk dergiciliği denince Roll ve Express bir yana, bir iki istisna dışında, diğerleri tümden çöplük gibi gelir bana(Ev ve bahçe dergilerinin ise gönlümde yeri tabii ki ayrıdır!). Özneden de anlaşılacağı gibi bu son derece keskin, kesin tutum tamamen şahsidir, şahsi tercihimdir ki kimseleri bağlamaz, tutmaz, durdurmaz. Dergilerin yöneticilerinden (ki öyle bir şey de pek yok aslında), yazarlarından kimseleri de tanımışlığım yoktur ayrıca -gönlümden hep geçmesine rağmen yazmışlığım da öyle-, sadece okurum. Niye okurum, kendilerinin de dedikleri gibi sahibinin sesi değil kendi sesleri olduğu için, yıllardır arkalarında bir sermaye desteği olmadan bu işi sürdürebildikleri için, nötr olmayı reddettikleri, bir dünya görüşüne sahip oldukları için, siyasi görüşlerini kıvırmadan savundukları için, Türkçeyi yaşayan bir dil olarak gündelik dilin zenginlikleriyle kullandıkları için…

 

 

Tam bugünü ve geçmişi müzik üzerinden okuması dolayısıyla ayrıca hayranı olduğum Roll kapandı diye üzüleyazacakken akabinde geldi Bir+Bir. Tayfa, müziği merkezleştirmekten vazgeçmiş, kültür, sanat, edebiyat, müzik ve siyasetle daha da dolarak, merkezsizleşmiş ya da başka bir deyişle çok merkezli olmuştu, ne güzel. Devir, hiçbir şeylere heves edememe, edersen de hevesinin kursağında kalması devri… Daha iki hafta önce buradan Nezih Kitabevi’nin Metis ajandasına koyduğu yasağı yazıp şaşkınlığımı paylaşmışken şimdi de D&R’ın Bir+Bir’e koyduğu yasak haberi geldi.

 

 

Gerekçe şu: Derginin birinci sayfasında İstiklal Marşı’yla dalga geçer şekilde uygunsuz bir şiir kaleme alınması. Söz konusu şiiri burada alıntılamaya gerek yok, zira ortada İstiklal Marşına yapılmış bir hakaret de yok. Niye olsun ki. Marş, emperyalizme karşı verilmiş en büyük savaşlardan birinin simgesi. Bu savaşa karşı, bu savaş sırasında olanlara karşı bir düşünce, tutum, görüş, tartışma mevzusu varsa eğer, akil olanlar simgelere saldırmazlar zaten. Ortada lise sıralarını anımsatan bir şaka var sadece. Dergiyi çıkaranlar aslında kendileriyle dalga geçmişler. Şiiri okuyup da bunu anlamamak mümkün değil, çok klişe olacak belki ama, eğer akıl tutulmasından mustarip değilseniz tabii. Olanların okumasını doğru yapmak gerekiyor. Tekrarlandığına göre durumun hassasiyeti malum. Ülkemizin kitapçıları, yasakçı zihniyetle hareket etmeye başladılar açıktan açığa. Hoşlarına gitmeyen herhangi bir şey oldu mu müşterilerinin hassasiyetini gözeterek, yasaklayıveriyorlar. Bunda toplumun artık temeline yayılmış Cumhuriyet elden gidiyor paranoyası (ki bazı yerlerde çok da haksız bir paranoya olmadığı ortada, zira birileri sürekli bu teli germekle meşgul) ve bu paranoyaya eklemlenen dayatmacı, yok etmeci düşünce sisteminin etkisi var.

 

 

Söz konusu şiir hoşumuza gitmemiş olabilir, ama onu yasaklama düşüncesi hatta yasaklama gücü nereden geliyor peki? Herhangi bir iktidar alanına sahip olanlar, bu iktidarı kendi görüşlerine karşı olanlara karşı sonuna kadar kullanma tavrındalar. Belki bu iktidar alanlarını ortadan kaldırmakla başlayabiliriz işe. Yayıncılığımızı bir tür yıkıma götüren dağıtım sisteminin tekelci yapısı, gün geçtikçe kültür dünyamızın altını oymakta. Buna karşı daha ne kadar suskun kalacağız, bu çarpıklığı daha ne kadar görmezden geleceğiz? Alarm zilleri şimdi son noktasına kadar çalmakta, lütfen artık kulaklarımızı tıkamayalım.

 

Son olarak, bu üzüntü verici, can sıkıcı mevzuyu Metis Ajandası’nın satışının durdurulması üzerine yazdığım cümlelerle bitirmek istiyorum. Zira ortada ne yazık ki hiç de farklı bir durum yok: “Kaba hatlarıyla bir takım düşüncelere tutunup, bunun üzerinden ince hassasiyetler geliştirip sonrasında da, bu hassasiyetlere karşı gelen, karşı gelme ihtimali olan her şeye dair paranoyakça bir savunma güdüsü gelişiyor toplumumuzda. Bu paranoyalar da elbette popüler kültürden sanata, edebiyata uzanan yol üzerinde türlü şekillerde tezahür ediyor. Kendi hayat görüşümüzden farklı olan her yorum, her olay bize karşı işlenmiş bir cinayet gibi. Muhakeme kabiliyeti azaldıkça, hassasiyet telleri geriliyor. Cahil ve gülünç görünme pahasına “biz” ve “bizim karşımızda duran bütün bir dünya” düşüncesi, saplantısı, kısa süre içinde sadece “biz”e zarar verecek, “biz”i yok edecektir. Benden söylemesi…”

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.