Eylül ayının ve kuşkusuz 2014 yılının yayıncılık alanındaki en büyük kaybı oldu Kezban Akcalı. Koskoca bir ömrü yayıncılığa vermiş, yayıncılığın seyrini etkilemiş bir kadının, güçlü bir ismin kaybı... 1960'lı yılların sonunda May Yayınları'nda yayıncılık hayatına başlamış, Milliyet Yayınları'nda görev almış ve Onk Ajans'ta sekiz yıl geçirdikten sonra Akcalı Ajans'ı kurmuştu Kezban Akcalı. Ve o günden bugüne çeviri edebiyata yön veren isimlerin başında gelmişti.
Aracı ajanslarla ilgili pek fikri olmayanlar için söyleyeyim; yayınevleri, yurtdışında basılan kitapları Türkçeye çevirmek, teliflerini almak için Akcalı gibi aracı ajanslara başvururlar. Ancak bu basit bir prosedür işinden öte bir şeydir. Çünkü ne istediklerine de genellikle bu ajansların tavsiyeleriyle karar verirler. Akcalı Ajans, dile kolay, bugün yılda iki bin anlaşmaya imza atan bir kurum. İki bin anlaşma demek, yayın piyasasına katılan iki bin kitap demek; eh bunun içinde yönlendirme olmaması da imkansız. Bu durum bir yayıncı olarak istediğiniz kitabı elinizden kaçırmanız, başka bir yayınevine kaptırmanız anlamına da gelebiyor tabii. (İki önemli yayınevimizin geçen haftalarda bir kitap için kapıştıklarını hatırlayınız.) Hal böyle olunca, ajansların çeviri edebiyattaki gücünü varın siz düşünün. Hele ki Akcalı Ajans gibi büyük olanlarınkini.
Kim bilir neler neler kaçırıyoruz
İşte tam da bundan dert yanıyordu aslında Kezban Akcalı, 2010 yılında Faruk Şüyun'a verdiği söyleşide iki önemli noktaya parmak basıyordu. Birincisinde yerli yazarlarla çalışmamalarının sebebinin Türkiye’deki yazar-editör kopukluğundan kaynaklandığını belirtiyor, “Türkiye’de bir yazara tek bir kelimesini bile değiştirmek mümkün değil,” diyordu. Oysa dünyada editörünün ve yayınevinin isteğiyle, bir kitabı beş kere baştan yazan önemli yazarlar vardı! Akcalı'nın vurguladığı ikinci nokta ise yerli yayıncıların yabancı edebiyata ne kadar da yabancı olduklarıydı. Amazon'un çok satanlar listesine bakıp yayın gündemini ona göre belirleyen yayıncılardan ve onların yayıncılık anlayışından dert yanıyordu. “Pek sevgili bir yayıncım, herhalde 15 sene oldu, bir gün geldi, 'Ben bu kitabı istiyorum,' diye, 'En çok satanlarda birinci sıradaki kitap, bunu mutlaka elde etmem lazım.' Bir baktık: İncil.”
Yalnızca çok satanlara bakıp kitap isteyen, buna göre kitap basan bir yayıncılık anlayışı, Kezban Akcalı'nın ardından da devam ediyor. Bizler hem yazara hem de yayıncılara ticaret erbabı olarak bakmamakta ısrar ediyoruz. Yaptıkları işten para da kazanabilen bir tür eğitim misyonerleri olarak görüyoruz onları içgüdüsel olarak. Hata ediyoruz. Ama piyasa çiğleştikçe biz romantikleşiyoruz, biz romantikleştikçe hiçbir şey düzelmiyor. Dünya edebiyatını bir düşünün, çok satan dediğimiz o neredeyse çoğu çöp sayılacak listeler çoğaldıkça, kim bilir neler neler kaçırıyoruz.
Fotoğraf: Bengü Ayfer
Neredesiniz, merakla bekliyoruz. Biraz acele edin lütfen
Yeni yorum gönder