Sabitfikir
Künye | Yazarlar | Giriş Yap

Yetişkinliğime çocukluğumdan yasak getirmişler…

Değil mi ki 2013, çocuk kitaplarını yasaklama talepleriyle geldi, ona kim hoş geldin diyebilir ki… En azından ben demem, diyemem… Benim çocukluğum, çocukluğumda okuduğum kitaplardır çünkü. Tesadüfen karşıma çıkmış ya da benim için alınmış, kütüphanenin kıyısında köşesinde unutulmuş ya da nice arkadaşın elinden geçe geçe bana ulaşmış kitaplardır. Mahalle kırtasiyelerinin renkli dünyasının içinde öyle en alt raflarda falan duran, sayısı yirmiyi-otuzu nadiren geçiren çocuk klasikleridir, benim çocukluğum. Sevdiğim bir kitabı, bir kenara atmak ne demek, beş kere-on kere, bıkıp usanmaksızın okumak, o büyülendiğim dünyalara her defasında aynı merak ve heyecanla bir kez bir kez daha dalmaktır.

 

 

 

 

 

 

 

Benim çocukluğum, sınavdan beş pekiyi aldım diye ilkokul öğretmenimin bana hediye ettiği Fareler ve İnsanlar’dır. Okumayanın o dönemde bile okur-yazardan sayılmadığı Şeker Portakalı’dır… İki Yıl Okul Tatili’dir. Okullar iki yıl ,bilemedin iki ay tatil edilse ne kadar şahane bir hayatım olacağını hayal etmektir. Yetişkinlerin olmadığı bir ortamda çevireceğim türlü işleri hesaplamaktır hevesle. Pal Sokağı Çocukları’dır, mahalle çetelerinde saf tutmaktır.  Her gün şehirden gelecek otobüsün yolunu bekleyen Fadik’tir. Çeşme başında donmuş sularda yeğenlerinin bezlerini yıkayan kimsesiz Fadik’ten ve elbette bir de Oliver Twistten ailesiz kalmanın ne demek olabileceğini öğrenmek demektir. Başkalarının değil sade ve sadece kendi hayatının kahramanı olabileceğini anlamaktır bir yerde. Ve bembeyaz bir kuğuya dönüşsen de bazıları için hep çirkin ördek yavrusu olarak kalacağını sezmektir.

 

 

 

 

 

 

 

Issız Derenin Kurtları’dır benim çocukluğum. Malikanelerden yetimhanelere düşen, yine de hayatta kalmayı beceren, mücadeleyi bırakmadıkları için gün gelip beklediklerine kavuşan o iki küçük kızdır… Gizli Yediler’in akil Peter’i, Afacan Beşler’in dikbaşlı Georgianası’dır benim çocukluğum. Gün kanepelerine jambonlu sandviç muamelesi yaparak esrarlı tepelere, şeytan kayalıklarına, ıssız adalara uzanmak, hiç gidemeyeceğim çocuk kamplarına düşlerimde katılmaktır... Küçük Kara Balık’tır, benim çocukluğum... Birbirini hiç görmeden de çok iyi tanıyabilen, çok ama çok sevebilen Mektup Arkadaşları’dır. Jules Verne’dir, denizler altına fersah fersah inmek, dünyayı dolaşmak, eğer istersem aya bile gitmektir. Tüm yoklukların ortasında, istemenin yetmesi demektir çocukluğum, hayalin gerçekten farksızlığıdır.

 

 

 

 

Benim çocukluğum, çocukluğumda okuduğum kitaplardır ve yetişkinliğim ise çocukluğumda okuduğum kitapların ışığında dille ve hayatla kurduğum ilişkidir. Kısacası benim yetişkinliğim de çocukluğum, çocukken okuduğum kitaplar, demektir.  Çocukluğum da yetişkinliğim gibi yasaklı şimdi. Kendinden korkan, varlığından bir türlü emin olamayan toplumlar en çok masallardan, hayallerden ve cümle çocuk hikayelerinden korkarlarmış. Kolektif bilinçdışının bir gün gelip onları boğacağını bilirler ve yasaklara da oradan başlarlarmış. Bu yasaklama arzusu ilk değil belki, ama son olsun, en azından çocukluğum kurtulsun.

 

Yorumlar

Yorum Gönder

Yeni yorum gönder

Diğer Yazıları

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.

Roman türü denilince aklıma hemen Lukacs’ın ünlü sözü geliyor: “Roman, tanrının bırakıp gittiği bir dünyanın destanıdır.” İlk büyük roman diyebileceğimiz Don Kişot da aslında Tanrı’nın olmadığı bir dünyanın romanıydı. Roman 18 ve 19. yüzyıllarda siyasi politik bir etki alanına sahipti. Bana kalsa siyasi politik etki alanından hiç vazgeçmedi roman.

Edebiyat en basit tanımıyla malzemesi insan olan bir sanattır. Çünkü insanı anlatmada aracısızdır edebiyat. Tarihin insanı anlattığı söylense de, bu bana hep kocaman bir yalan gibi gelmiştir. Öyle ya, insanı tarih değil, edebiyat anlatır. Tarih ise insanı anlatmada yine edebiyattan faydalanır. İnsanın kendini bulması için önce araması gerekir sanırım.

Doğu Batı sorunu yalnızca bizim edebiyatımıza özgü bir sorunlar yumağı değildir aslında, Rus edebiyatında da benzer bir tartışma söz konusudur. Bütün bir 19. yüzyıl romanı daha sonra şiddetlenecek bu tartışmanın ilk alevinin yakıldığı metinlerle doludur.

“Ev ki ayrıntıdır. Susmalar, küçük sevinçler, küçük acılar, küçük konuşmalar, küçük yalnızlıklar...Hepsi hepsi.” Tüm dünyayı eve sığdırmaya çalıştığımız şu günlerde İlhan Berk’in evle ilgili metnine bile küçük şeyleri konu etmesi o kadar güzel ki. Siz nasıl düşünürsünüz bilmem ama bana göre de evle ilgili olan her şey “küçük”tür.

Kulis

Bir Rüya Gibi Dağılacak Olan Hokkabazlar Dünyasında Yaşıyoruz

ŞahaneBirKitap

Kaan Burak Şen, yavaştan genç yazar olarak anılmanın sonuna doğru geliyor; Mutlu Kemikler üçüncü kitabı… Kafası bir hayli tuhaf. Şimdilerde bir roman yazdığı da söyleniyor, fakat öncesinde belirtmekte fayda var: Mutlu Kemikler öykü derlemesi henüz çıktı, pek başka bir kitaba benzetilecek bir havası da yok bu kitabın.

Editörden

Tıp ve edebiyat ilişkisi, tıbbın insanla olan ilişkisi gibi tarih boyunca şekil değiştirmiş, her dönem yeni yaklaşımlarla genişlemiştir. Tıbbın tarihi, insan acılarının da tarihidir aslında. Edebiyatın içinde kapladığı yer, diğer bilim dallarından hep daha büyük olmuştur tıbbın.