Eleştiri Arşivi
Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Dünyadaki kurbağa nüfusunun yüzde 80’inin dişi olduğunu biliyor muydunuz? Ya bugüne dek prens olması umuduyla öptüğümüz kurbağaların yüzde 100’ünün de yüzde 100 kurbağa olduğunu? Bu durum prens olması umuduyla öptüğümüz onca kurbağanın yanına kâr kaldığı gibi hiçbirimizin prenses olmadığını da gün yüzüne çıkarıyor sevgili kadınlar; cümlemize geçmiş olsun.
//php print_r ($fields); ?>
Şehri rahat bırakırsanız, yani ruhunu ona teslim eder ve ruhunu şekillendirmesine karışmazsanız, şehir güzel olur. Güzel şehirler, mimarisinin elverdiği her yere insan yerleştirir ve insanın şehrin ruhuyla temasına erketelik yapar.
//php print_r ($fields); ?>
18.yüzyılda yaşamış olan Leopold von Renke, tarih anlayışından sıklıkla yararlanılan ve zaman içinde “Renke’ci Tarih Anlayışı” ya da “Renke Metodu” olarak anılacak olan yöntemin babasıdır. Renke, tarih araştırmalarının Anglo-Saxon dünyasında “primary resources” olarak dile getirilen birincil kaynaklara dayanması gerektiğini ifade etmişti. Bu düşüncenin arkasında çok temel bir mantık vardı.
//php print_r ($fields); ?>
Thomas Bernhard, sistemle kavgası olan, ülkesi ve insanlarına açıkça kin besleyen –ve bunu her fırsatta dile getirmekten çekinmeyen- muhalif kişiliğini, geleceğe karşı umudu kalmamış bunalımlı, karamsar ruh halini romanlarına, kendine özgü tahrip edici üslubuyla yansıtır.
//php print_r ($fields); ?>
Eleştirmesi ve değerlendirmesi zor bir kitap var elimde. Zorluğu hacminden kaynaklanıyor. Büyük boy 700 sayfanın üzerinde bir çalışmayı iki türlü değerlendirmek mümkün. İlki içerik bağlamında bir analiz, ikincisi ise kitabın temel sorunsalının ve yazarın zihniyetinin analizi. Benim tercihim ikinciden yana oldu. Emre Kongar’ın “21.
//php print_r ($fields); ?>
Ortada bir dünya, ya da bizim bildiğimiz şekliyle bir dünya kalmamış. Dönüşü olmayan uzaklıklar. Canavar’ın yakıtının dönüşe kadar yetmeyeceği nokta. Bir umudun peşine düşmek gölgeleri kovalamak mıdır? Başkasının kalmayan hayatı üzerinden kendinizinkine bolca soru soracağınız bir kitapla baş başasınız; Peter Heller’in Köpek ve Yıldızlar’ı böyle bir şey işte…
//php print_r ($fields); ?>
Geoff Dyer, Londra’da bir kitapçıya gider ve kendi kitabını çoksatanlar bölümünde görür. Kitapçının sahibini ismen de olsa tanıdığından, yanına gidip bunun doğru olup olmadığını sormanın iyi bir fikir olduğunu düşünür. “Hayır,” der kitapçı, “tabii ki doğru değil.
//php print_r ($fields); ?>
Oylum Yılmaz’ı şimdiye kadar çeşitli dergi ve gazetelerde incelikle ve beceriyle kaleme aldığı düzinelerce eleştiri ve inceleme yazılarından tanıdık. Hâl böyle olunca, yazın sanatıyla yoğrulmuş bir yaşamın nihayetinde bu sanatın kalbine hücum etme niyetiyle denize açılması, bizi yazarın ilk eseri olan Cadı'yla başbaşa bırakıyor.
//php print_r ($fields); ?>
"Boğazının ortasına kurşun yiyip de canlı kalan bir insan ya da hayvan hiç işitmemiştim. “Atardamar parçalanmış olmalı” diye düşündüm. İnsanın başına kan götüren iki ana damarından biri kesildiğinde daha ne kadar yaşayacağını merak ettim, muhtemelen birkaç dakikadan fazla değil. Her şey gözüme bulanık görünüyordu. Kesinlikle öleceğimi düşünmem iki dakika kadar sürmüş olmalı.