Eleştiri Arşivi
Eleştiri // En çok okunanlar
//php print_r ($fields); ?>
Türk edebiyatının önemli kalemlerinden biri olan Nezihe Meriç’in Keklik Türküsü adlı öyküsünde çok beğendiğim iki cümlesi vardır: “İnsanın evi çok güzel olmayabilir diye düşünürdü. Ama evine giden yol, ille güzel bir yol olmalıdır.” Bu iki cümleyi, ebedi evinden çıkmış insanın yine oraya dönerken uğradığı bir ev olan dünya hayatı üzerinden bir metafor olarak düşünürüm.
//php print_r ($fields); ?>
Tanıl Bora ve Mustafa Çiftci’nin derlediği Yengeler Cumhuriyeti, 2017’de yayınlandığında epey konuşulmuştu. Epey konuşulmuştu dediğim, altıncı ayında ikinci baskısını yapmıştı o kadar... Öyle iyi romanlar, kıymetli derlemeler, sessiz şiirler güme gidiyor ki, iki baskı yapanı işte böyle muzaffer görüyoruz.
//php print_r ($fields); ?>
Polisiye tutkunları, İskandinav polisiyesinin türün içinde nasıl bir ağırlığa sahip olduğunu iyi bilirler. Özellikle son yıllarda Türkçeye kazandırılan yeni yazarlarla beraber, bu soğuk toprakların suç öykülerine olan ilgimiz gitgide artıyor. Bunlardan biri de Türkçe için kısmen yeni, fakat İskandinav polisiyesi için artık klasikleşmiş bir seri; Martin Beck.
//php print_r ($fields); ?>
Latin Amerika edebiyatının en büyük isimlerinden Juan Carlos Onetti ile çok geç -2015 yılında- tanışmıştık; Tersane romanıyla... Romanı okuyanlar, gecikmenin bizim açımızdan ne denli önemli bir kayıp olduğunu fark etmişlerdir.
//php print_r ($fields); ?>
“Etrafta bunca yardımsever insan varken dünyayı nasıl değiştirebilirsin ki?”
Wilson, (Wilson, sf. 18)
//php print_r ($fields); ?>
Koronavirüs salgınından dolayı hepimiz mümkün olduğunca evde vakit geçiriyoruz. İşe gitmek zorunda olanlarımız bile işten hemen sonra vakit kaybetmeden eve yani en güvenli mekâna bir an önce dönmeye gayret ediyor. Alışkanlıklarımız tamamen değişti. Çok değil iki ay önce yaşadığımız sosyal hayat bir ütopya kadar uzak görünüyor.
//php print_r ($fields); ?>
Hayata dair tüm kabullerimizi altüst eden; bizleri kendimiz, başkaları, eşya, mekan hatta zamanla kurduğumuz ilişkiyi yeniden tanımlamaya iten bir pandemiyle boğuştuğumuz günlerde, sarsıcı deneyimimizle örtüşür şekilde Çin kaynaklı bir salgının tüm dünyayı yerle bir edişini konu edinen bir romana kayıtsız kalmamız mümkün değildi. Hele de Ling Ma imzalı eser dilimize Salgın ismiyle çevrilmişse.
//php print_r ($fields); ?>
Aile kimimiz için yıkılmaz kale, kimimiz için mutlaka yıkılması gereken ama yıkıldığında da altında kaldığımız koca bir yapı. Neden bilmiyorum ama bütün anlatısı kusursuz olan bir ailenin içerisinde bile bir sorun varmış gibi geliyor bana. İnsan sonuçta hatırladığı kadarıyla ya da biçimiyle kendi hikayesini yeniden yazabilme yeteneğine sahip.
//php print_r ($fields); ?>
Bir öykü kitaplığında bulunması gereken önemli kitaplardan biri de Can Yayınları’ndan çıkan Dino Buzzati’nin (1906- 1972) Colombre’sidir. Dino Buzzati özellikle muhteşem eseri Tatar Çölü ile bilinir. Ama onun yeteneği öykülerinde daha da açığa çıkar. O. Henry, Edgar Allan Poe, Franz Kafka çizgisindeki öyküleri; modern öykünün en iyi örnekleri arasındadır.
//php print_r ($fields); ?>
Vaktiyle olduğu şeyi şimdi yalnızca çağrıştırıyor. Külçelenmiş ve yığılmış bir ağrı gibi duruyor orada. Bir zamanlar “ev” ismini vermiştik ona. Kırk kelam bir büyüdür derler. İnandık el birliğiyle onun ev olduğuna. Duvarlarına bakmak yeni açılmış gözlerimi yıllar boyu eğitti. Şimdi hayal gücümü nefis biçimde çarpıtan o eğitime hatıra diyorum.