Yazarlar
Aykut Ertuğrul
1981, Almanya doğumlu. Evli, iki oğlu var. 2009-2011 yılları arasında “Bir edebiyat eylemi” Yumuşak Ge’nin yayın yönetmenliğini, 2010-2011 yılları arasında Gerçek Hayat dergisinin kültür sanat editörlüğünü yaptı. Ekim 2011’de Keyfekader Kahvesi isimli hikaye kitabı Okur Kitaplığı’ndan çıktı. Bu kitap 2011 yılı Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’ne layık görüldü. Hikaye ve denemeleri; Yumuşak Ge, Aşkar, Hece Öykü, Dergah, avantgardé, üç jeton, İzafi, Edebi Müdahale dergilerinde ve www.edebistan.com sitesinde yayımlandı.
Tüm Yazıları
Şunu düşünmeliyiz; Dostoyevski, Tolstoy, Dante, devamı
Bütün dünyanın sözü bir, dili birken insanlar Sinear diyarında kerpiçten bir kule yapmaya giriştiler. Tevrat’a göre Rab, Ademoğullarının kulesinden hoşnut olmadı ve birbirlerinin dillerini anlamasınlar diye onların dillerini karıştırdı. Ve insanlar birbirleriyle anlaşamayınca dağıldılar. Malum bu kule, Babil’di.
Bora Abdo, edebiyat dergilerinden takip ettiğim, kitabının çıkmasını merakla beklediğim son dönemin iyi öykücülerden birisi. Öyküleri Notos, Sözcükler, Kitap-lık gibi dergilerde yayımlanan Abdo’nun ilk öykü kitabı Öteki Kışın Kitabı, kendisi de yeni ve şimdiden yayımladığı iyi kitaplarla dikkat çeken Alakarga Sanat Yayınları arasında çıktı.
Kafam çok karışık. Aslında gündelik hayatta da çok net biri sayılmam.
Usta öykücü deyip geçmek işin kolayı. Bu yazının konusu olacak Mürekkep’i de dahil edersek tam sekiz öykü kitabından bahsediyoruz. Yazarın denemelerinden oluşan kitabını, edebiyat teorisi ve kavramlar üzerine yazdıklarını saymıyorum daha.
Mimetik sanat anlayışı, sanatçının eserini inşa ettiğinde doğayı ve dolayısıyla dünyayı taklit etmiş olduğunu söyler. Platon’a göreyse nesneleri taklit eden sanat, zaten idealar aleminin bir gölgesi olan dünyayı kopyalayarak kendini değersizleştirmiş, “gölgelerin gölgesi” pozisyonuna düşürmüştür.
“Artık tek umudumuz buzağının hala yaşıyor olması. İnşallah annesinin peşinden nehri geçmeye kalkışmamıştır.
Yeterince okunmadığı, yazamadığı, bilinmediği için küsüp köşesine çekilmiş bir yazar, yeni bir roman yazma arzusuyla, “belki de” bir dağ köyüne gitmek üzere yollara düşer. Ancak yol üzerinde gördüğü “Satılık Deniz” levhası ilgisini çekince bu sahil kasabasında duraklayıp, yemek yemek için bir köfteciye girer.
Tarihin her döneminde bizatihi edebiyatçılar tarafından edebiyata pek çok farklı rol biçilmiştir. Mesela Tanzimat döneminde yazan Ahmet Mithat için edebiyat toplumu eğitmek için bir araç konumundadır; Namık Kemal’e sorarsanız edebiyat pekala bir eğlencedir.
Her hikaye anlatıcısı (bunu öyküler de yazan biri olarak söylüyorum) epikten uzaklaşmış olmanın bedelini gizli gizli düşünüyor olmalı. Entelektüel buhranlar, bencil sancılarla halkla ve onun yüzyıllardır dinlemeye alışık olduğu hikayelerle arasına mesafeler koymuş olmanın hesabını kime verecek hikayeci? Sahi bu metinler sizce de biraz fazla metin değil mi?